Bir grup özel banka çalışanı. Neredeyse her biri farklı farklı bölümlerden mezun oldu. Hepsinin yolu bir bankada keşişti. Sorsan kimsesinin hayali bankacı olmak değildi. Zaten onlara ‘hayalleriniz nedir’ diye de soran olmadı. Bir gün kamu sınavına girmek istediler. Daha düşük maaşa fakat güvenceli çalışmak istediler. Ertesi gün işten atıldılar. Çünkü güvencesizdiler…

 

*

 

Özel bir üniversitede çalışan işçiler. Kimisi tuvaletleri temizliyor, kimisi bahçeye bakım yapıyor, kimisi çöpleri topluyor… Düşük ücrete uzun süre çalışıyorlar. Sendikalı olmak istiyorlar, bir sendika çağırıyorlar. Üniversite patronu sendikacıların karşısına başka bir iş yerinden getirdiği sopalı insanlarla çıkıyor. Yasalar mı daha güçlü, eli sopalı kabadayılar mı? Üniversite işçileri sendikalaşamadı, zamanla hepsi işten atıldı, herkes bağırıp çağırdı ve günün sonunda kabadayılar galip geldi!

 

*

 

Özel sektörde çalışan bir kadın. Günde, genellikle 8 saatten fazla, ek mesai almadan çalıştırılıyor. Sendikasız… Güvencesiz… Sosyal haklardan mahrum… Kadın bir gün hamile kalıyor. Hayaller kuruyor, mutlu oluyor, mutluluğunu paylaşıyor, hayallerini büyütüyor… Hayatı doyasıya içine çekiyor, içinde bir hayat yeşeriyor. Yine işe gittiği bir gün, masasında bir zarf buluyor. “İşinize son verildi!” Gerekçe kadının hamile olmasıydı.

 

*

 

Akademide stajer, yarı zamanlı bir öğretim görevlisi. İdealleri var, hedefleri var, okuyacağı kitaplar, araştıracağı konular, hazırlayacağı makaleler var… Hepsi hayalleri arasında var… Derse giriyor, üniversite içi yazışmaları yapıyor, götür-getir işleri yapıyor, müfredatın bitmek bilemeyen talimatlarını yerine getiriyor, öğrencilerle ilgileniyor… Dersler bitiyor, mesai bitiyor, onun işleri bitmiyor… Çalışma saatleri esnedikçe esniyor, masa başında yorgunluktan esniyor… Düşük bir ücrete, yüksek sömürülü akademik bir hayata adım atıyor.

 

*

 

Bangladeş’ten Kıbrıs’ın kuzeyine fırlatılmış bir göçmen. “Orada çok iş var” deyip 4 bin pound’unu el aldılar. Kıbrıs’a geldiğinde, ne onunla temasta olan insanları bulabildi, ne de kendisine söz verildiği gibi bir iş. Geriye dolandırılmışlığı ve inşaattan inşaata iş değiştirmişliği kaldı. Bir de çalınıp giden yok hayatı…

 

*

 

Tarihin en eski mesleğini icra etmek için geldi. Arkasında neler bıraktı da geldi, kimse bilmiyor; arkadaşları bilmiyor, bakıştığı insanlar bilmiyor, seviştiği insanlar bilmiyor… Konuşamıyor, konuşsa deprem olacak, bir enkaz gibi yaşamının altında kalacak, kendisine ait olmayan yaşamının… Bir seks işçisi, adı yok, bedeni var. Bedenin içinde kaybolmuş bir kimlik. Sesi yok, gözlerinin içinde susturulmuş bir umutsuzluk. Bir seks işçisi, belki de kölesi demek daha doğru… En günahsızlarımızdan daha anlamlı bakıyor hayata…

 

*

 

 

İnönü Meydanı’nın karanlık arka sokaklarında bir daire. 3 oda 1 salon… Yumurtaların ve sigaraların tek tek satıldığı, gece mesai bitiminin ardından kalabalıklaşan sokaklarda bir daire. Dairenin içinde 40’a yakın işçi. Hepsi hayatlarını başka bir coğrafyada dondurmuş, burada ise öldürmüş göçmenler. Dairenin içinde 40 yakın işçinin iç içe geçen ter kokusu, ayak kokusu, birazdan bakkaldan adet adet aldıkları yumurtalar ile değişecek olan nefes kokusu… 40’a yakın işçi bir dairede, gidecek bir yerleri yoktu, kendilerine bile sığınamıyorlardı… Hayallerini örtünüp uykuya daldılar, gün bir kabus gibi ağaracak birazdan.

 

*

 

 

İnşaatın en üst katında, yerden metrelerce yükseklikte, hiçbir işçi güvenliği ve koruması olmaksızın, inşaat iskelesinin üzerinde çalışan bir işçi… Geçtiğimiz yıl onun gibi 13 kişi ölmüştü. Devlet, işveren, yasa koyucular, yasa denetleyiciler… Hepsi biliyor ama kimse görmüyor. Her gün bir inşaat yükseliyor ve biraz daha körleşiyorlar!

 

*

 

Ve gökte bir kuş; mavilikler, ovalar ve dağlar boyunca uçuyor. Ağaç dallarına konuyor, su başlarında soluklanıyor… Etrafındaki kuşlarla ötüşüyor, harmonik bir senfoni çıkartıyorlar ortaya… Az sonra kendisine isabet edecek olan ve bedeninin parçalayacak mermiden habersiz, az sonra diğer kuşlarla yarattıkları müziğin yerini barut kokulu bir gümbürtünün alacağından habersiz… Sonra sessizlik, köpek havlamaları ve içine bir canlıyı öldürmekten haz alan iğrenç bir duygu sirayet etmiş kahkaha sesi…

Kuşun da diğer insanlardan farkı yoktu. Onun da şarkısı kesilmiş, yaşamasına izin verilmemişti.

Çünkü o da güvencesizdi.

 

*

 

Çünkü artık hepimiz güvencesiziz… Ve bizim için yazılan hikayelerde kaybolmak değil, kendi hikayelerimizi yazma vaktidir artık.

 

Leave a comment